"“Her Yüzeyi Farklı Bir Işık Yansıtan Elmas”"
“İnsan her gün en azından bir küçük şarkı dinlemeli, iyi bir şiir okumalı, hoş bir resme bakmalı ve mümkünse akla yakın birkaç söz söylemeli.”
Osmanlıların Avrupa topraklarına yerleşmesinin üzerinden dört asır geçmiştir. Rusya’yı yüzyıllardır Çarlar yönetirken, Habsburg Hanedanı da Avusturya topraklarının mutlak hâkimidir. İngiltere Krallığı gittikçe güç kazanırken, İspanya ve Portekiz Krallıkları da açık sularda birbiriyle yarışmakta, dünyayı keşfetmektedir. Buna karşın, günümüzde Avrupa’nın lideri konumunda oturan Almanya henüz bir devlet değildir. Frankfurt, Kutsal Roma İmparatorluğu sınırları içinde bir tür özerk şehir devletidir.
…
“Çocuklarımıza bırakmayı umabileceğimiz iki miras vardır sadece. Biri kökler, diğeri kanatlardır.”
Wolgang on altı yaşında gelene dek kız kardeşiyle birlikte evde eğitim alır. Hem kültürlü hem de titiz ve disiplinli bir insan olan baba, çocuklarına Latince, Grekçe, İbranice, Fransızca, İngilizce ve İtalyanca öğretir. Wolfgang on yedi yaşına bastığında tıpkı babası gibi Leipzig Üniversitesi’nde öğrenimine devam etmek üzere evinden ayrılır.
…
Wolfgang, Leipzig yıllarında ilgisini çeken simya ilmiyle ilişkisini sürdürmeye devam edecek ve başyapıtı FAUST’un ilk tohumları o yıllarda düşecektir zihnine. Bir süre evde dinlenip sağlığına tekrar kavuşunca, eğitimini sürdürmek için Strasbourg’a gider ve edebiyatla ilk kez yoğun bir şekilde ilgilenmeye başlar. Orada ikinci aşkı Friederike ile tanışır. Bu güzel köylü kızıyla olan ilişkisi de on ay sürer ve evlilik çanları çalmaya başladığında kafası karışan genç âşık ortalıktan kaybolmayı tercih etse de daha sonraki yıllarda Friederike adına şiirler yazacaktır.
“Duygulara çok fazla kapılmayın. Aşırı hassas bir yürek, bu sarsıntılı dünyada uygunsuz bir mülktür.”
Strasbourg’da aldığı hukuk eğitimini pratiğe dökmek için bu kez Wetzlar’a gider. Bu kez karşısına önce bir rahibin kızı çıkar, ardından da bir arkadaşının nişanlısı Charlotte. Yeni aşklar, yeni ayrılıklar...
“Biz hiç aldatılmayız, ancak kendi kendimizi aldatırız.”
…
Weimar’dan bir kez daha ayrılan Goethe iki yıl kadar İtalya’da dolaşır, böylece daha önce tanışmadığı dillerle ve kültürlerle yakınlaşma fırsatı bulur. Bir gün Roma’daki parklardan birinde yürürken karşısına güler yüzlü, sıcak bakışlı bir genç kız olan Christiane Vulpius çıkar. İlerde İrlandalı ünlü yazar James Joyce’un da başına geleceği gibi, Goethe eğitim ve sosyal statüden yoksun, kendisinden de on altı yaş küçük olan bu kıza ilk bakışta âşık olur ve onunla birlikte yaşamaya başlar. Günün birinde Julius August adını koydukları bir oğulları olur ama yine de uzun süre evlenmezler. Goethe eski alışkanlıklarından bir türlü vazgeçmeyecek ve uzun yıllar süren bu aşkını da yirmi dört şiirden oluşan bir kitapta okurlarıyla paylaşacaktır.
“Bir kişinin karakteri hakkında, kendisi için hiçbir şey yapamayacak insanlara nasıl davrandığına bakarak kolayca hüküm verebilirsiniz.”
…
1805 yılında Schiller’in ölümüyle sarsılır Goethe. O sıralarda Fransızlarla Almanlar amansız bir savaşa tutuşmuştur. Pasifist görüşleriyle tanınan düşünürün bu savaşı tarafsız gözlerle izlemesi, dostlarından ve okurlarından tepki alır. Oysa Goethe, sanatın politik bağlantılara alet edilmemesi gerektiğine inanır. Onun gözünde “Sanatın en yüksek amacı güzelliktir” ve ayrıca “Dünyadan kaçmanın en emin yolu sanattan geçer, dünyaya en sıkı bağlanmak da yine sanatla olur.”
…
Genç yaşta İslamiyet’le tanışır Goethe. Henüz yirmi üç yaşındayken Hz. Muhammed hakkında yazdığı eser, onun peygambere olan saygısının ilk belgesidir. Sonraları Ömer Hayyam’ın rubaileri, Sadi Şirazi’nin Gülistan’ı ve benzerlerinden aldığı ilhamla Doğu kültürü ve İslam dini hakkında yaptığı araştırmaları bir araya getirir (1814-1819) ve şiirlerden oluşan West-Östlicher Divan (Türkçe baskısı: Doğu-Batı Divanı) adlı eserini yayınlar.
…
Goethe’nin tartışmasız başyapıtı Faust, ilk bölümü 1808, ikinci bölümü 1832 yılında yayınlanan iki bölümlük bir manzum oyundur. 12,111 dizeden oluşan bu dramatik şiir, birçokları tarafından yalnızca Alman edebiyatının en önemli eseri değil, aynı zamanda Almanya’nın dünya edebiyatına en büyük katkısı olarak da kabul edilir. Klasik bir Alman efsanesine dayanan bu trajik oyunda, tatminsiz bir bilim adamı olan Doktor Faust, ruhuna karşılık dünyevi bilgi, zevk ve güce ulaşmak için şeytanla bir sözleşme imzalar. Yirmi dört yıllık bir dönemin sonunda ise, Tanrı’ya hürmet ve ilahi bilgi yerine dünyevi başarıyı seçtiği için sonsuza dek lanetlenecektir.
…
Goethe’nin önsezileri ve doğayla olan ilişkisi o kadar güçlüdür ki, bir defasında “Tabiat, birinin davet edilmeden, oyun kartlarına öyle derinden bakmasından hiç hoşlanmaz. Bu nedenle zaman zaman biri gelip de sırlarından birini ya da ötekini kapacak olsa, onları yeniden örtmekle görevli on kişi çıkıverir ortaya” demiştir. Alman filozof bu düşüncesini on dokuzuncu yüzyılın başında dile getirmiştir.
Ancak bu sözlerin bilimsel olarak ispatlanması için yaklaşık yüz yıl geçmesi gerekecektir. Bu kez de bir Alman kuantum fizikçisi olan Heisenberg, doğanın en küçük birimlerinin yerini tespit edebildiğimizde hızlarını ölçemediğimizi, hızlarını ölçmeye çalışırken de nerede olduklarını kestiremediğimizi iddia edecektir. Sonraları başka bilim adamlarının deneyleriyle kanıtlanacak olan bu teori “Heisenberg Belirsizlik İlkesi” adını alacak ve sahibine (Goethe’nin ölümünden tam yüz yıl sonra) 1932 yılı Nobel Fizik Ödülü’nü kazandıracaktır.
...
Kendisinden dört yıl önce ölen oğlunun acısını içine gömen Goethe, 22 Mart 1832 günü, uzun yıllarını geçirdiği kentte, seksen üç yaşında hayata veda eder. Kadim dostu Schiller 1805 yılında öldüğü zaman kendisini de yarı yarıya ölmüş gibi hissetmiştir büyük yazar. 27 yıl sonra ise her ikisinin tek bir kaide üstünde yükselen bronz heykellerine ve birbirine bitişik binalardaki müzelerine ev sahipliği yapan Weimar mezarlığına defnedilir.
“Yolculuğu sen yaparsın, nereye olduğunu kader belirler.”
* * *
Goethe’nin sözlerinden birkaç alıntı, hayatından birkaç kesit...
Hikâyesinin bütünü 2019 yılının ikinci yarısında yayınlanacak olan Yazdıklarıyla Yaşayanlar 2 adlı eserde yer alacak.
2018 yılının Nisan ayında yayınlanan Yazdıklarıyla Yaşayanlar’ın arka kapağından…
Öldükten sonra tüm yazdıklarının yakılmasını isteyen Kafka…
En büyük zaafı kumardan kaçıp Kumarbaz’ı yazan Dostoyevski…
Varlığına delil ararken elinde kalem bulan Camus…
Bir savaşın ortasında tüm coşkusuyla yurtsuz kalan Stefan Zweig…
Ve daha birçok yazarın o hep bilmek istediğimiz hikâyeleri…
Yazdıklarıyla Yaşayanlar ruhumuza dokunan büyük yazarların, eserleriyle iç içe geçmiş hayatlarını anlatıyor. Hasan Saraç, okuma serüveninde yazarlarla kurduğu dostluğa okurlarını da dâhil ediyor.
Altını çizdiğimiz cümlelerin sahiplerini yakından tanımak, hikâyelerinin hikâyesini dinlemek ve yazarların hayatlarına şahit olmak için Yazdıklarıyla Yaşayanlar bir başucu kitabı.
Kitabın Önsözü
Ne kadar yetenekli, değerli, ünlü olurlarsa olsunlar, insan olarak yazarlar hemcinslerinden pek de farklı değildir.
Onlar da tüm insanlar gibi doğar, büyür, hayal kurar, paylarına düşen sevgi, öfke, aşk ve acıları yaşarlar. Hayatları doğal nedenlerle, dış etkilerle ya da kendi kararlarıyla son bulur.
Ama onları diğer fanilerden ayıran sınırsız bir tutku vardır. Yazma, yaratma ve yazdıklarını olabildiğince geniş kitlelerle paylaşma tutkusu. Bunun dışında kişilikleri, hayat tarzları, fikirleri, tercihleri birbirlerinden çok farklıdır. Esin kaynakları, konuları, hatta teknikleri bile…
Bizim onlara duyduğumuz saygı ve hayranlığın nedeni ise kişisel görüşleri, inançları ve tercihlerinden ziyade edebiyat dünyamıza, hayal âlemimize yaptıkları katkılar değil midir? Romanlarının, hikâyelerinin yani tüm yazdıklarının sihriyle yaşamazlar mı kalbimizde?
Yazma sanatına kattıkları değer, harcadıkları emek elbette tartışılmaz. Kimi yazarlar bu noktaya yetenekleri sayesinde geldiklerini düşünür. Kimileri de yetenek yüzde bir ise, geri kalan yüzde doksan dokuzun sabırla, azimle yılmadan çalışmak, yazmakla yaşamayı özdeşleştirmek olduğuna inanır.
Yani yazma sanatı konusunda da farklıdır düşünceleri.
Ve her yazarın farklı bir hikâyesi vardır. Doğdukları yerler, aileleri, gittikleri okullar, ilk yazdıkları şiirler, öyküler, ilk sevgilileri… Yazma tutkusunun yüreklerinde nasıl kök salıp yeşerdiği… Hepsi bu hikâyenin kilometre taşları, dönüm noktalarıdır. Ardından eserler ortaya çıkar birer birer. Heyecanlar, sevinçler, düş kırıklıkları…
Bir de pek bilinmeyen gizler vardır yaşamlarında.
Onların yazdıklarına ilgi duyanların, nasıl yaşadıklarına da ilgi duyacaklarına inanıyoruz. Hatta sadece nasıl yaşadıklarını değil, yaşarken neler söylediklerini de merak edeceklerini düşünüyoruz.
Yazdıklarıyla ufkumuzu açan, duygu ve düşünce dünyamızı zenginleştiren Türk ve yabancı yazarlar arasından seçtiklerimizin hikâyelerini bulacaksınız bu kitapta. Bu seçimi yapmanın güçlüğünü, edebi eserleri bilimsel kıstaslarla değerlendirmenin olanaksızlığını, kişisel tercihlerin kaçınılmaz rolünü takdir edeceğinize inanıyoruz.
Bu duygularla, sizlere yirmi beş değerli yazarın hikâyesiyle merhaba diyoruz.
Yazdıklarıyla yaşayanların hikâyeleri bitmez.
İleride başka hikâyelerde buluşmak dileğiyle…