"Müstehcenliğin gölgesinde kalmış bir edebi klasik"
Lady Chatterley’in Sevgilisi: Müstehcenliğin gölgesinde kalmış bir edebi klasik
“Bizimki özünde trajik bir çağ, onu bu yüzden trajik bir yaklaşımla ele almayı reddediyoruz. Felakete uğradık, yıkıntılar arasındayız, yeni küçük yerleşimler inşa etmeye, yeni küçük umutlar edinmeye başlıyoruz. Oldukça zor bir iş; geleceğe uzanan pürüzsüz bir yol yok; dönüp dolanıyoruz ya da engellerle mücadele ediyoruz. Dünya ne kadar başımıza yıkılmış olsa da yaşamak zorundayız.”
İngiltere’nin ortasında yer alan Nottinghamshire’ın Eastwood köyünde, 11 Eylül 1885 günü, maden işçisi Arthur John Lawrence ve öğretmen Lydia’nın dördüncü çocukları dünyaya gelir. Oğullarına David Herbert adını koyarlar. Ülkede endüstrileşme sürecinin başlangıç dönemidir. Sendika kavramının bilinmediği o yıllarda, her türlü sosyal haktan yoksun, insanlık dışı çalışma koşullarında ekmek parası peşinde koşan ebeveynleri oğullarıyla yeterince ilgilenemeseler de, David parlak bir öğrenci olması sayesinde kazandığı burslarla eğitim hayatını Nottingham Üniversitesi’nde sürdürmeyi başarır.
“Tekrarların tekrarı olan bir hayatı mekanik bir şekilde yaşamaktansa ölmek daha iyi.” D.H. Lawrence
Kendi harçlığını çıkarmak için fırsat buldukça işçi olarak da çalışan David, eğitimini tamamladıktan sonra öğretmen olur. Gerçekte onun hayali şair olmak, yazdığı eserlerle kendinden söz ettirmektir. Nottingham Üniversitesinde hocası olmuş bir profesörün eşiyle tutkulu bir aşk yaşayan David, üç çocuğunu geride bırakıp kocasını terk etmekten çekinmeyen sevgilisi Frieda Weekley ile birlikte Fransa’ya kaçar.
“Aşk hayatın çiçeğidir, beklenmedik bir anda, hiçbir kanuna uymadan açar ve nerede bulunursa koparılıp o kısa ömrü boyunca tadı çıkarılmalıdır.” D. H. Lawrence
Bu maceralı koşuşturma içinde yazmayı ve üretmeyi kesintisiz sürdüren D. H. Lawrence Sons & Lovers – Oğullar ve Sevgililer (1913), The Rainbow – Gökkuşağı (1915) ve Women in Love – Aşık Kadınlar (1920) adlı eserleriyle o yılların en gözde yazarları arasında yerini almıştır.
Önce Fransa kıyılarında İngiliz ajanı olmakla suçlanan, ardından kendi ülkesinde Manş sahilinde yaşarken Alman denizaltılarına bilgi sızdırdığı iddia edilen genç yazar, I. Dünya Savaşı biter bitmez, 1914 yılında evlendiği karısı Frieda ile birlikte İngiltere’den ve savaşın tahrip ettiği coğrafyadan uzaklara kaçar.
“Beğenmiyorsanız değiştirin, değiştiremiyorsanız katlanın.”
D. H. Lawrence
D .H. Lawrence ömrünün geri kalan yıllarında Avustralya’da, İtalya’da, Sri Lanka,’da, ABD’de, Meksika’da ve Fransa’da şiirler, öyküler, romanlar yazmaya devam eder. Bir yandan da resim yapmakta, çevresinde kabul gören klişe yaşam tarzına başkaldırısını paletine çarptığı fırça darbeleriyle ifade etmeye çalışmaktadır. Bu gayreti de daha önce yayınlanan eserlerde olduğu gibi muhafazakârların tepkisiyle karşılaşacaktır.
“Saklamak için değil harcamak için sahibiz bu hayata.” D.H. Lawrence
Lawrence ise savaşlara, vahşetin çirkin yüzüne, bir hiç uğruna ölmenin anlamsızlığına merhem olacak çözümü aşkta, duygusal ilişkilerde, cinsellikte aramakta, “Bizim kendimize, vücudumuza, tutkularımıza ihtiyacımız var” diye haykırmaktadır. 1929 yılında Londra’nın ünlü Mayfair semtinde açılan sergisi kısa sürede polis tarafından basılır ve tüm eserlerine el konulur. Sanat çevrelerinden gelen cılız destek de “istenmeyen adam” D.H. Lawrence’ın aklanmasına yeterli olmayınca, konu parlamentoya taşınır ve bu tabloların bir daha İngiltere’de sergilenmemesi kaydıyla ressamına iade edilmesine karar verilir.
“Bizimkinden daha duygusal, gerçek duygulardan daha yoksun, sahte duyguları daha çok abartan bir çağ hiç yaşanmamıştır.”
Gençlik yıllarından beri sağlığını tehdit eden verem, D.H. Lawrence’ın yaşam kalitesini düşürmüştür. Fazla ömrünün kalmadığını hisseden yazar son ve en ünlü eseri Lady Chatterley’s Lover üzerinde çalışmaya başlar ve üç yıl içinde üç farklı versiyon üretir.
I. Dünya Savaşı bitmiş, ölenler ölmüş, muharebelerde yaralananlar evlerine dönmüş, eski düzen yeniden kurulmuştur. Tolstoy’un Anna Karenina’sında (1877) olduğu gibi Lawrence’ın eseri de bir yandan o dönemin yaşam tarzını hicvederken, bir yandan da insanları birbirinden ayıran sınıfların, kast sisteminin çürümüşlüğünü gözler önüne sermektedir.
“Belki de ancak gerçek bir beraberlik yaşama becerisine sahip olan insanlar, evrende tek başlarınaymış gibi görünürler. Diğerlerinin belli bir yapışkanlığı vardır, çoğunluğa yapışırlar.”
Romanın anlatıcısı, başroldeki kadın Connie Reid’dir. Sir Malcolm’ın kızı Connie bohem yaşam tarzı içinde yetişmiş, genç kızlığında aşkların, entelektüel arayışların ve cinsel tecrübelerin peşinde koştuktan sonra Clifford Chatterley ile evlenmiştir. Balayının hemen sonrasında I. Dünya Savaşı’nda görev almak üzere malikânesini terk eden Clifford, cepheden belden aşağısı felçli, iktidarsız bir koca olarak geri döner.
O devrin çoğu asilzadesi gibi mağrur, kendini beğenmiş bir havası olan savaş gazisi, yaşadığı ülkeyi idare etmeye doğuştan hakkı olduğuna inanmaktadır. Clifford yaşadığı travmayı atlatıp hayata yeniden tutunmanın çözümünü sahip olduğu madenlerden daha çok para kazanıp zengin olmakta ve başarılı bir yazar olarak üne kavuşmakta arayacaktır.
“Bir kadın hayatını yaşamalı, yoksa onu yaşamamış olmanın pişmanlığını yaşar.”
Duygularıyla yaşamak isteyen Connie ise cinselliği arayan, anne olmak isteyen bir dişi olarak öne çıkar. Hikâye devam ettikçe satır aralarından Connie’nin bastırılmış duyguları, ezilmişlikleri hissedilir. Eve sıkça gelen bir senaristle yaşanan kısa ilişki Connie için bir başlangıç olmanın ötesinde bir anlam ifade etmez. Geç kadın gerçek bir ilişki aramaktadır.
“Tatminsiz bir kadın lüks şeyler ister. Ama bir erkeği seven kadın bir tahtanın üstünde bile uyur.”
Bir süre sonra Clifford Chatterley’in bakımını üstlenmek üzere malikâneye bir yardımcı gelir. Mrs. Bolton zeki ve anlayışlı dul bir kadındır. Clifford, Mrs. Bolton’a bir süre sonra alışır, ardından onsuz yapamaz hale gelir. Clifford bir yandan bakıcısına tepeden bakmakta, kibirli ve kaba davranışlarıyla kadını yaralamakta, öte yandan da tümüyle ona muhtaç olduğunu bilmektedir. Mrs. Bolton ise işvereninin sahibi olduğu madenlerde ölen kocasının acısıyla bir yandan Lord Chatterley’den nefret etmekte, bir yandan da soylu ve zengin patronuna saygı duymaktadır. Bu girift ve çelişkili ilişki roman boyunca okurları bir yandan ötekine savuracaktır.
“Müstehcenlik sadece, zihnin bedeni hor görüp ondan korktuğu ve bedenin zihinden nefret edip ona direndiği zaman işin içine girer.”
Tıpkı Madame Bovary’de (1857) olduğu gibi Connie kendisiyle ne yapacağını bilememektedir. Mrs. Bolton’un işe başlamasıyla özel hayatına daha çok vakit ayırabilen genç kadın, bir gün ormanda tek başına yürürken Chatterley mülklerinin koruyuculuğunu yapan Oliver Mellors’la karşılaşır. İki yetişkin dayanılmaz bir dürtünün kıvılcımıyla ıslak toprağın üzerinde çılgınca sevişmeye başlarlar.
Lord Chatterley ne kadar endüstrileşmeden yanaysa, Oliver de bir o kadar sanayi devrimine karşı fikirler taşıyan, insanların işi gücü bırakıp eğlenmeleri gerektiğini vazeden, pervasız, müstehzi bir adamdır. Connie ise, daha önceleri bir demirci ustası olan Oliver’e, onun asil duruşuna ve heybetli vücuduna çoktan aşık olmuştur.
Bu çapraşık, sıra dışı, kural dışı ilişki romanın farklı bölümlerinde D.H. Lawrence’ın erotik üslubuyla en ince ayrıntısına kadar anlatılacak, Connie’nin fantezileri okurları zaman zaman kendi iç dünyalarında gizli, alacakaranlık yolculuklara sürükleyecektir.
“Kişi sevmeyi öğrenmeli ve ona ulaşmak için hayli acı çekmelidir; daima diğer ruha yönelik bir yolculuktur bu.”
Karısının gönül maceralarını görmezden gelen Clifford’un tek dileği onun soylu bir kişiden çocuk doğurmasıdır. İktidarsızlığı belki de duygusal yönden yetersizliğini sembolize eden Clifford’un bu dileği yerine gelmez ve karısı Oliver’den hamile kalır.
Anna Karenina’da olduğu gibi, Connie soylu kocasından boşanmak isterse de bu istek Lord Chatterley tarafından reddedilir. Oliver işten kovulur ve bir çiftlikte işçi olarak çalışmaya başlar. Ve roman bu belirsiz sonla okurlarına veda eder.
“Sanat için sanat değil, kendim için sanat bu.” D.H. Lawrence
Belirli bölümleri çıkartıldıktan, dili sadeleştirildikten sonra romanın ilk versiyonu 1928’de yayınlanır. Aradan uzun yıllar geçtikten ve yazarı öldükten sonra eser orijinal hali ile İngiltere’de yeniden basılmak istenir. Bu süreçte eserin müstehcen olması nedeniyle hakkında soruşturma açılır. Özellikle eser içinde kullanılan açık saçık kelimelere itiraz edilmektedir. Uzun tartışmalardan, devrin yazar ve sanatçılarına hazırlatılan bilirkişi raporlarından sonra Lady Chatterley’s Lover “aklanır” ve 1960 yılında edebi bir eser olarak raflarda yerini alır.
Bu karar daha sonraki yıllarda edebi eserlerin İngiltere’de yayınlanmasında daha geniş özgürlüklerin kazanılmasına öncülük etmiş, aynı zaman da, geç de olsa D.H. Lawrence’ın dünya çapında ünlenmesine, eserlerinin ilgi görmesine vesile olmuştur. O, nice yazarın zamanla silinip gittiği edebi tarih sayfalarında usta bir romancı, şair, eleştirmen ve oyun yazarı olarak yerini almıştır. Bugün, 20. Yüzyıl İngiliz edebiyatının en büyük isimlerinden biri olarak anılmaktadır.