Picasso,picasso

Picasso

"Modernizm arenasında bir Minotaur"

“Annem bana dedi ki, “Eğer asker olursan, bir general olacaksın. Eğer papaz olmayı seçersen Papa olacaksın. Bense ressam olmayı yeğledim, Picasso oldum.”

 

Bourbon Hanedanı’nın İber Yarımadası’nda hâkimiyetini kaybettiği günlerde, 25 Ekim 1881’de, Costa Del Sol’un doğu yakasındaki Malaga Kentinde bir erkek çocuğu dünyaya gelir. Bir sanat profesörü ve ressam olan Don Jose Ruiz Blasco ve annesi Dona Maria Picasso Lopez yeni doğan oğullarına Pablo adını verirler. Daha sonraki yıllarda Pablo’nun kız kardeşleri Dolores ve Conchita da Malaga’da doğacaktır.

 

Aile bir süre sonra La Coruno şehrine, Conchita’nın küçük yaşta difteriden ölmesi üzerine de Barselona’ya taşındı. On yaşından itibaren oğluna resim yapmayı öğreten Don Jose, küçük Pablo’nun olağanüstü yeteneğini fark edince onu kendisinin de eğitmen olarak görev yaptığı Barselona Güzel Sanatlar Akademisi’ne kaydettirir. İlk eserlerini henüz on üç yaşındayken sergilemeye başlayan Pablo, babasının ve amcasının ısrarı üzerine Barselona’daki eğitimini tamamladıktan sonra Madrid Kraliyet Akademisi’ne devam etse de, tıp ki Van Gogh ve Salvador Dali gibi, Pablo’da bu tür Akademilerde verilen eğitimi sıkıcı, sınırlayıcı ve yetersiz bulduğundan on altı yaşında okulu bırakır ve serbest çalışmaya başlar.

 

“Bütün çocuklar sanatçıdır. Mesele, büyüyünce sanatçı olarak kalabilmektir.”

 

Bu süreçte Velazquez, Goya ve El Greco gibi ünlü sanatçıların eserlerini taklit etmeye başlayan Pablo kısa sürede klasik resim sanatının tüm inceliklerine vakıf olmuştur. Madrid’de tanıştığı yaşıtlarından Casagemaz ile ilk kez Paris’e gittiğinde henüz on dokuz yaşındadır.

 

 

 

Montmartre sokaklarında yeşeren Empresyonizm, Degas, Toulouse-Lautrec, Gauguin  gibi sanatçıların fırçalarından çıkan canlı renkler genç Pablo’yu çok etkilemiştir. Üç yıl boyunca Madrid, Paris arasında mekik dokuyan Pablo, genç arkadaşı Casagemaz’ın karşılıksız bir aşk yüzünden intihar etmesinden etkilenir ve bir süre İspanya’da kalmaya karar verir.

 

Kederli geçen 1901-1904 yılları Pablo’nun “Mavi Dönemi”dir. Sürekli olarak mavi renginin farklı tonlarını taşıyan bu eserlerde işçiler, dilenciler, alkolikler, fahişler resmedilmiştir. Henüz yirmi iki yaşındayken bitirdiği La Vie – Hayat adlı eseri ünlü ressamın klasik resim sanatındaki ustalığını gösteren başyapıtlarından biridir.

 

“Rafael gibi resim yapmak dört yılımı aldı, bir çocuk gibi resim yapmaksa bütün ömrümü.”

 

Bir süre sonra yeniden Paris’e dönen Pablo, ilk uzun dönemli sevgilisi Fernande Olivier ile tanışır. Birlikte sık sık Medrano Sirkine giderler. Yaşadığı coşkulu aşk karamsarlığını dağıtmıştır. O yıllar daha sonra “Pembe Dönem” olarak anılacaktır. Tablolarında sık sık yer verdiği soytarılar, desenli renkleriyle tuvallere hayat veren palyaçolar sanki Pablo’nun ikinci benliğini vurgulamaktadır. Henüz yirmi dört yaşındayken Montmartre sokaklarında resmettiği Garçon à la Pipe – Pipolu Genç Adam adlı eseri bir asır sonra müzayedede 110 milyon dolara alıcı bulacaktır.

 

Paris sanat çevrelerinde tanınırlığı gittikçe artan Picasso bir süre sonra Kaliforniyalı zengin bir ailenin Yahudi kızı Gertrude Stein ve erkek kardeşi Leo’nun Rue de Fleures’deki evinin sürekli konuklarından biri olmuştur. Picasso’nun 1906 yılında tamamladığı Gertrude Stein portresi halen New York Modern Sanatlar Müzesinin en değerli parçalarından biri olarak sergilenmektedir. Gertrude ve Leo o yıllarda Matisse, Renoir, Cezanne, Picasso gibi pek çok sanatçının eserlerini satın alarak bu ressamların yaşamını kolaylaştırdıkları gibi muhteşem bir koleksiyonun da sahibi olmuşlardır.

 

“Sanat, ruhu günlük yaşamın tozundan kirinden arındırır

 

Daha sonra bir başka sergi alanına taşınan Paris’teki Trocodero Etnografya Müzesini gezen ve yakın dostu Matisse’in kendisine gösterdiği Afrika masklarındaki geometrik yapıdan ve insanlarda yarattığı güçlü duygulardan etkilenen Picasso, Sevgili Fernando ile birlikte İspanya’da geçirdiği yıllarda (1907 – 1909) Afrika teması üzerinde çalışır.

 

Afro Dönemini de diğerlerinde olduğu gibi vakti geldiğinde sonlandıran Picasso hiç durmaksızın yeni tarzlar geliştirmekte, denemeler yapmaktadır. Bir başka ünlü ressam George Braque ile birlikte empresyonistlerin çalışmalarında minik küpler kullanma tekniğini geliştirirler. Bir süre sonra bu yeni akım Kübizm adını alacaktır. Picasso on yıldan fazla bir süre kendi yarattığı Kübizm’in en yetkili temsilcisi olarak ard arda eserler üretir, sergiler açar ve ününü pekiştirmeye devam eder.

 

“Hayal edebildiğin her şey gerçektir.”

 

Birinci Dünya Savaşı sırasında Roma’yı ziyarete gelen bir Rus Bale topluluğunun sahne tasarımlarında çalışmak üzere İtalya’ya giden Picasso, Rus Balerin Olga Koklova ile yeni bir ilişki başlatır. Bu macera evlilik ile sonuçlanacak ve genç çift 1918 yılında Paris’e yerleşecektir. Üç yıl sonra Picasso’nun ilk ve tek resmi evladı, Paul doğar. On beş yıldan fazla sürecek bu ilişki boyunca Picasso’nun yaşam tarzı değişir. Daha varlıklı çevrelerle, daha ünlü şahsiyetlerle bir araya gelmekte, evinde partiler düzenlemektedir.

 

 “Yapabileceğini düşünen yapabilir, yapamayacağını düşünen ise yapamaz. Bu tartışmasız, değişmez kuraldır.”

 

Picasso kırklı yaşlarına geldiğinde André Breton’un önderliğinde, Salvador Dali’nin de önemli bir parçası olan gerçeküstülüğe yakınlık duymaya başlar. Hiçbir zaman kendisini bu akımın bir takipçisi olarak tanımlamasa da eserleri o dönemin en iyileri olarak anılacaktır. Artık Pembe Dönemin soytarısı gitmiş, Yunan Mitolojisinin yarı insan yarı boğa yaratığı Minotaur eserlerinde boy göstermeye başlamıştır. Bu değişim Picasso’nun da kendini fani varlıklardan, diğer insanlardan farklı bir yere, yarı Tanrı boyutlarına konumlandırdığının bir işareti olarak algılanabilir.

 

“Herkes resimleri anlamaya çalışır. Neden kuşların cıvıltısını anlamaya çalışmazlar? Neden bir geceyi, bir çiçeği, kendilerini kuşatan her şeyi, hiç anlamaya çalışmadan severler? Oysa konu bir resim olduğunda anlamak isterler.”

 

Değişimle beslenen Picasso bu kez on yedi yaşındaki Marie-Thérèse Walter’i model olarak seçmiştir. Olga birlikte evli olduğu yıllarda Marie’den Maya adında bir kızı olur. 1936 yılında Hırvat bir mimar, Dora Maar ile başlayan ilişki Marie- Therese macerasının ve Olga ile olan evliliğinin sonu olur. O yıllarda neredeyse tüm vaktini Fransa’da geçiren Picasso kendi ülkesindeki faşist Franco rejimine sıcak bakmamaktadır. Bask bölgesindeki direnişçilerin yoğun olarak yaşadığı Guernica kentini, Franco’ya destek olmak üzere havalanın Hitler’in uçakları yerle bir ettiğinde Picasso kollarını sıvar ve saatle yarışırcasına çalışmaya başlar. Üç ay boyunca yüzlerce eskiz çizdikten, farklı denemeler, taslaklar üzerinde günlerce kafa yorduktan sonra Picasso en muhteşem eserlerinden birini, üç buçuk metre yüksekliğindeki ve neredeyse sekiz metre boyundaki bu  muazzam eseri,Geurnica tablosunu tamamlamıştır(1937). Bir eşi, benzeri olmayan bu eser, tüm eskizleri ve taslak çizimleri ile birlikte Madrid’deki Reina Sofia müzesinde sergilenmektedir.

 

 “Başkalarını taklit etmek gereklidir, fakat kendini taklit etmek acınası bir durumdur.”

 

Picasso’nun aşk hayatındaki en önemli kadınlardan biri kendisinden kırk yaş küçük Fransız ressam ve yazar Françoise Gilot olmuştur. Picasso’ya önce bir oğlan, Claude(1947) ve ardından bir kız çocuğu, Paloma (1949) veren Fronçoise aynı zamanda Picasso’nun ilham perisi, mentoru, asistanı, menajeri gibi farklı görevleri de üstlenmiştir. Sekiz yıl gibi kısa ancak kalıcı etkisi çok yüksek bu ilişki de diğerleri gibi günü geldiğinde kaçınılmaz olarak sona ermiştir.

 

“Yalnızca tek bir gerçek olsaydı aynı tema üzerine yüzlerce tuvali boyayamazdınız.”

 

Batıl inançları olan, alaycı, çocuklarına karşı kötü, kadınlara karşı kaba ve duyarsız gibi bilinse de, Picasso karşı cinsin daima ilgisini çekmiş ve yaşam tarzı hayranlıkla izlenmiştir. Bu bakımdan Minotaur benzetmesinin Picasso’ya uygun düştüğü söylenebilir.

 

Tüm bu özellikleri onu çevresindekilerden farklı kılıyordu. Kimi klasik sanat eleştirmenlerine göre sanatı ‘dejenere’ etmesine rağmen, Paris’i işgal eden Naziler Picasso’nun varlığından rahatsız olmadılar. Benzer bir şekilde, savaşın bitmesinden sonra bir başka eli kanlı lidere, Stalin’e övgüler düzmesi bile Amerika’da Picasso’ya karşı bir infial yaratmadı.

 

“Her söylediğime inanmamalısınız. Sorular sizi yalan söylemeye kışkırtır, özellikle bir cevap olmadığında.”

 

Hayatının son yıllarını Fransa’nın güneyindeki villalarında geçiren Picasso, nefes aldığı son güne kadar azimle üretmeye devam etti. Sanki tarihe not düşercesine, hergün yeni bir esere can verip, her birinin hangi gün, nerede sonuçlandığını sıkı sıkı kayıt altında almıştır.

 

Yirmi binden fazla tablo, basım, çizim, heykel, seramik eserler ve hatta kostümler yaratan bu dahi, doksan iki yaşında, 8 Nisan 1973 günü her gününü farklı yaşadığı bu fani dünyaya veda etti.

 

“Bir sanatçının ne olduğunu sanıyorsunuz? … Yeryüzünde olup biten yürekler acısı, heyecanlı ya da zevkli şeylerin bilincinde olan ve kendini tamamen onların yansımasında şekillendiren bir politik varlıktır. Resim evleri dekore etmek için yapılmaz. O bir savaş aracıdır.”


HASAN SARAÇ'ın

ESERLERİ