"Gölgesinde Dünyayı Ağırlayan Çınar"
Dünya on binlerce çiçekli bir kültür bahçesidir, her çiçeğin ayrı bir rengi ve kokusu vardır. Bir çiçeğin koparılması bir rengin bir kokunun yok olmasıdır. Tek dile, tek renge kalmış bir dünya hapı yutmuştur.”
Gencecik bir kız olan Nigâr ve kocası çiftçi Sadık Efendi, uzun bir göç süreci içinde önce Diyarbakır’a sonra da Adana yakınlarındaki Osmaniye’ye ulaşıp Hemite köyüne yerleşirler. Tarihi tam olarak bilinmese de, tahminen 1923 yılının Ekim ayında ailenin bir erkek çocuğu olur. Adını Kemal Sadık koyarlar. O tarihte Kemal’in annesi Nigâr on yedi, babası Sadık elli yaşlarındadır.
“Bir dil bulacağız her şeye varan. Bir şeyleri anlatabilen… Böyle dilsiz, böyle düşmanca bölük pörçük dolaşmayacağız bu dünyada.”
Köye gelen bir satıcının elindeki bir kâğıda bir şeyler karaladığına takılır o sol gözü. Bu nedir diye sorar, bu yazıdır der büyükleri. O an kafaya koymuştur Kemal, okumayı da öğrenecektir yazmayı da. Ne yapar eder, okumayı öğrenir. Yazmayı da… Hem öyle bir öğrenir ki, bütün dünya onun yazdıklarını okur yıllar sonra.
Kemal on altı yaşına geldiğinde evini, köyünü, oğluna çok düşkün annesini terk eder ve tek başına yollara düşer. Bir köyden ötekine durmadan yürür, büyük şehre gidebilmek için. Nihayet bir gece Adana’nın tren istasyonuna ulaşır ve hayatında ilk kez elektrikle ışık saçan bir lamba görür…
“Bir toplum hoşgörüsü kadar güçlü, sağlam, haklıdır. Zulmü kadar zalim zayıftır. Irkçılık ise en korkunç hastalıktır.”
Sıra artık yıllardır üzerinde çalıştığı ünlü esere gelmiştir. “İnce Memed’siz bir Yaşar Kemal, Türk edebiyatı düşünülemediği gibi; onun edebî yolculuğunda da parıltılı bir başlangıçtır bu romanı” der Feridun Andaç, Yaşar Kemal – Bir Ömür Edebiyat adlı kitabında…
“1923-1953 yılları arasında Toros dağlarında yüz elliden fazla eşkıya dolaşırdı. Hikâyesini ettiğimiz İnce Memed bunlardan biridir” diye başlar bu dev eser…
Ve hep Çukurova’yı anlatır Yaşar Kemal. Öyle bir anlatır ki, okurken orayı görmüş gibi değil, top top bulutlarıyla, killi toprağıyla, keskin tuzuyla, sık çalılarıyla orada bizzat yaşamış gibi olur insan…
1973 yılında da Nobel Edebiyat Ödülü’ne aday gösterilir. Ancak, henüz yalanlanmayan bir rivayete göre, İsveç’te yaşayan Kürt soydaşlarından bazıları, bu ödülün Yaşar Kemal’e verilmemesi için ciddi çaba harcamış, kulis faaliyetlerinde bulunmuşlardır. Belki de böyle insanlar için söylenmiş bir sözü vardır büyük yazarın: “İnsan evrende gövdesi kadar değil yüreği kadar yer kaplar.”
Her çileyi çekmiş, her yoksunluğu yaşamış, ama umudunu hiç yitirmemiş bir çınardır o. “Umutsuzluk tutsaklığın gıdasıdır. Umutsuzluk köleliğin anasıdır. Umutsuzluk yüreğin yıkımıdır” diye düşünmüştür hep…
***
Yaşar Kemal’in sözlerinden birkaç alıntı, hayatından birkaç kesit... hikâyesinin bütünü 2019 yılının ikinci yarısında yayınlanacak olan Yazdıklarıyla Yaşayanlar 2 adlı eserde yer alacak.
2018 yılının Nisan ayında yayınlanan Yazdıklarıyla Yaşayanlar’ın arka kapağından…
Öldükten sonra tüm yazdıklarının yakılmasını isteyen Kafka…
En büyük zaafı kumardan kaçıp Kumarbaz’ı yazan Dostoyevski…
Varlığına delil ararken elinde kalem bulan Camus…
Bir savaşın ortasında tüm coşkusuyla yurtsuz kalan Stefan Zweig…
Ve daha birçok yazarın o hep bilmek istediğimiz hikâyeleri…
Yazdıklarıyla Yaşayanlar ruhumuza dokunan büyük yazarların, eserleriyle iç içe geçmiş hayatlarını anlatıyor. Hasan Saraç, okuma serüveninde yazarlarla kurduğu dostluğa okurlarını da dâhil ediyor.
Altını çizdiğimiz cümlelerin sahiplerini yakından tanımak, hikâyelerinin hikâyesini dinlemek ve yazarların hayatlarına şahit olmak için Yazdıklarıyla Yaşayanlar bir başucu kitabı.
Kitabın Önsözü
Ne kadar yetenekli, değerli, ünlü olurlarsa olsunlar, insan olarak yazarlar hemcinslerinden pek de farklı değildir.
Onlar da tüm insanlar gibi doğar, büyür, hayal kurar, paylarına düşen sevgi, öfke, aşk ve acıları yaşarlar. Hayatları doğal nedenlerle, dış etkilerle ya da kendi kararlarıyla son bulur.
Ama onları diğer fanilerden ayıran sınırsız bir tutku vardır. Yazma, yaratma ve yazdıklarını olabildiğince geniş kitlelerle paylaşma tutkusu. Bunun dışında kişilikleri, hayat tarzları, fikirleri, tercihleri birbirlerinden çok farklıdır. Esin kaynakları, konuları, hatta teknikleri bile…
Bizim onlara duyduğumuz saygı ve hayranlığın nedeni ise kişisel görüşleri, inançları ve tercihlerinden ziyade edebiyat dünyamıza, hayal âlemimize yaptıkları katkılar değil midir? Romanlarının, hikâyelerinin yani tüm yazdıklarının sihriyle yaşamazlar mı kalbimizde?
Yazma sanatına kattıkları değer, harcadıkları emek elbette tartışılmaz. Kimi yazarlar bu noktaya yetenekleri sayesinde geldiklerini düşünür. Kimileri de yetenek yüzde bir ise, geri kalan yüzde doksan dokuzun sabırla, azimle yılmadan çalışmak, yazmakla yaşamayı özdeşleştirmek olduğuna inanır.
Yani yazma sanatı konusunda da farklıdır düşünceleri.
Ve her yazarın farklı bir hikâyesi vardır. Doğdukları yerler, aileleri, gittikleri okullar, ilk yazdıkları şiirler, öyküler, ilk sevgilileri… Yazma tutkusunun yüreklerinde nasıl kök salıp yeşerdiği… Hepsi bu hikâyenin kilometre taşları, dönüm noktalarıdır. Ardından eserler ortaya çıkar birer birer. Heyecanlar, sevinçler, düş kırıklıkları…
Bir de pek bilinmeyen gizler vardır yaşamlarında.
Onların yazdıklarına ilgi duyanların, nasıl yaşadıklarına da ilgi duyacaklarına inanıyoruz. Hatta sadece nasıl yaşadıklarını değil, yaşarken neler söylediklerini de merak edeceklerini düşünüyoruz.
Yazdıklarıyla ufkumuzu açan, duygu ve düşünce dünyamızı zenginleştiren Türk ve yabancı yazarlar arasından seçtiklerimizin hikâyelerini bulacaksınız bu kitapta. Bu seçimi yapmanın güçlüğünü, edebi eserleri bilimsel kıstaslarla değerlendirmenin olanaksızlığını, kişisel tercihlerin kaçınılmaz rolünü takdir edeceğinize inanıyoruz.
Bu duygularla, sizlere yirmi beş değerli yazarın hikâyesiyle merhaba diyoruz.
Yazdıklarıyla yaşayanların hikâyeleri bitmez.
İleride başka hikâyelerde buluşmak dileğiyle…
Hasan Saraç