"İki Devin Gölgesinde Alçak Gönüllü Bir Deha"
On ikinci yüzyılda Russkaya Pravda (ilk Rus Kanunnamesi) ülkede serflik sisteminin kuruluşunu ilan eder. O tarihten itibaren, bir nevi esir statüsünde yaşayan serflerin toprak sahiplerine kulluğu tam yedi asır sürecektir. On dokuzuncu yüzyıla gelindiğinde o zamanki Rusya Çarlığının sınırları içinde yaşayan kırk milyon köylünün yarısını oluşturan serfler, mülkün bir parçası olarak doğmakta ve toprak sahipleri arasında ticari bir meta gibi alınıp satılabilmektedir.
…
İvan Turgenyev gençlik yıllarında özel eğitiminden geri kalan zamanları avcılıkla geçirmiştir. Korunaklı malikânesinden çıkıp köylülerle, serflerle, tüccarlarla tanışıp yaşam tarzlarını yakından gözlemleyerek onlarla duygudaşlık kurabilmiş olması yazarlık hayatında ona özel bir ayrıcalık sağlar.
…
“Gogol öldü! Hangi Rus’un yüreği buna dayanabilir? O yok artık, gitti! Ve ancak şimdi onun ne kadar büyük bir yazar olduğunu söylemeye hakkımız var” diye yazan Turgenyev, bu yüzden gizli servisin dikkatini üzerine çeker. Kısa bir süre için de olsa hapse atılır ve sonrasında da iki yıl boyunca yakından izlenir.
…
Batı dünyasını daha iyi tanıyan Turgenyev, Tolstoy ve ortak bir arkadaşlarıyla birlikte tekrar Paris’e gider. Hayata farklı bir açıdan bakan, sert münakaşalardan, kumardan, içkiden, gece hayatından hoşlanan Tolstoy, Turgenyev’in ölçülü ve oldukça münzevi yaşam tarzından pek hazzetmez, hatta onu biraz sıkıcı bulur. İki büyük yazar arasındaki inişli çıkışlı ilişki Tolstoy’un Turgenyev’i düelloya davet etmesiyle tehlikeli bir boyut kazanır. Her ne kadar Tolstoy daha sonra geri adım atıp özür dilemiş olsa da, iki büyük yazarın dostluğu 1861 yılında son bulacaktır.
…
Kendini Batı’yla Doğu arasında sıkışmış hisseden yazarın, Çarlık Dönemi’nde Rus entelektüellerinin durum ve tutumunu irdelediği Asilzade Yuvası adlı romanı 1859 yılında yayınlanır. O sırada annesi de ölmüş, geriye kalan topraklar serfler arasında dağıtılırken Turgenyev’e de tüm hayatını rahatça idame ettirebileceği ölçüde yüklü bir miras kalmıştır. Böylece dünyevi sorunlardan kurtulan yazar, ünlü başyapıtı Babalar ve Oğullar üzerinde çalışmaya başlar.
…
“İnsan dünya üzerinde var olan her şey hakkında hararetle, coşkuyla konuşabilir, ama sadece kendi hakkında hırsla, açgözlülükle konuşur.”
Turgenyev’in sözlerinden birkaç alıntı, hayatından birkaç kesit... hikâyesinin bütünü 2019 yılının ikinci yarısında yayınlanancak olan Yazdıklarıyla Yaşayanlar 2 adlı eserde yer alacak.
Yazdıklarıyla Yaşayanlar’ın arka kapağından…
Öldükten sonra tüm yazdıklarının yakılmasını isteyen Kafka…
En büyük zaafı kumardan kaçıp Kumarbaz’ı yazan Dostoyevski…
Varlığına delil ararken elinde kalem bulan Camus…
Bir savaşın ortasında tüm coşkusuyla yurtsuz kalan Stefan Zweig…
Ve daha birçok yazarın o hep bilmek istediğimiz hikâyeleri…
Yazdıklarıyla Yaşayanlar ruhumuza dokunan büyük yazarların, eserleriyle iç içe geçmiş hayatlarını anlatıyor. Hasan Saraç, okuma serüveninde yazarlarla kurduğu dostluğa okurlarını da dâhil ediyor.
Altını çizdiğimiz cümlelerin sahiplerini yakından tanımak, hikâyelerinin hikâyesini dinlemek ve yazarların hayatlarına şahit olmak için Yazdıklarıyla Yaşayanlar bir başucu kitabı.
Kitabın Önsözü
Ne kadar yetenekli, değerli, ünlü olurlarsa olsunlar, insan olarak yazarlar hemcinslerinden pek de farklı değildir.
Onlar da tüm insanlar gibi doğar, büyür, hayal kurar, paylarına düşen sevgi, öfke, aşk ve acıları yaşarlar. Hayatları doğal nedenlerle, dış etkilerle ya da kendi kararlarıyla son bulur.
Ama onları diğer fanilerden ayıran sınırsız bir tutku vardır. Yazma, yaratma ve yazdıklarını olabildiğince geniş kitlelerle paylaşma tutkusu. Bunun dışında kişilikleri, hayat tarzları, fikirleri, tercihleri birbirlerinden çok farklıdır. Esin kaynakları, konuları, hatta teknikleri bile…
Bizim onlara duyduğumuz saygı ve hayranlığın nedeni ise kişisel görüşleri, inançları ve tercihlerinden ziyade edebiyat dünyamıza, hayal âlemimize yaptıkları katkılar değil midir? Romanlarının, hikâyelerinin yani tüm yazdıklarının sihriyle yaşamazlar mı kalbimizde?
Yazma sanatına kattıkları değer, harcadıkları emek elbette tartışılmaz. Kimi yazarlar bu noktaya yetenekleri sayesinde geldiklerini düşünür. Kimileri de yetenek yüzde bir ise, geri kalan yüzde doksan dokuzun sabırla, azimle yılmadan çalışmak, yazmakla yaşamayı özdeşleştirmek olduğuna inanır.
Yani yazma sanatı konusunda da farklıdır düşünceleri.
Ve her yazarın farklı bir hikâyesi vardır. Doğdukları yerler, aileleri, gittikleri okullar, ilk yazdıkları şiirler, öyküler, ilk sevgilileri… Yazma tutkusunun yüreklerinde nasıl kök salıp yeşerdiği… Hepsi bu hikâyenin kilometre taşları, dönüm noktalarıdır. Ardından eserler ortaya çıkar birer birer. Heyecanlar, sevinçler, düş kırıklıkları…
Bir de pek bilinmeyen gizler vardır yaşamlarında.
Onların yazdıklarına ilgi duyanların, nasıl yaşadıklarına da ilgi duyacaklarına inanıyoruz. Hatta sadece nasıl yaşadıklarını değil, yaşarken neler söylediklerini de merak edeceklerini düşünüyoruz.
Yazdıklarıyla ufkumuzu açan, duygu ve düşünce dünyamızı zenginleştiren Türk ve yabancı yazarlar arasından seçtiklerimizin hikâyelerini bulacaksınız bu kitapta. Bu seçimi yapmanın güçlüğünü, edebi eserleri bilimsel kıstaslarla değerlendirmenin olanaksızlığını, kişisel tercihlerin kaçınılmaz rolünü takdir edeceğinize inanıyoruz.
Bu duygularla, sizlere yirmi beş değerli yazarın hikâyesiyle merhaba diyoruz.
Yazdıklarıyla yaşayanların hikâyeleri bitmez.
İleride başka hikâyelerde buluşmak dileğiyle…
Hasan Saraç